Antik Yunan coğrafyasının buram buram Ege Bölgesi kokan detaylarında gezinip Atina’ya tepeden bakabildiğiniz, Herodot ile Ege sularında yelken açarken yanından geçtiğiniz adanın neden önemli olduğunu ayaküstü duyduğunuz, mitlerdeki karakterlerin geride bıraktığı kalıntıları gezebildiğiniz bir oyun.
Assassin’s Creed oyunları, uzun süredir “aynısının yeşili” olarak tekrar çıkmakla suçlanıyor, ve bu sebeple de yerin dibine sokuluyor. Ama yalana gerek yok; bu seriyi çıktığından beri takip ediyorum, ve birkaç “ara oyun” (örn. Liberation, Chronicles) dışında hepsini deneyimlemiş biriyim. Atalarımızın anılarının DNA’mızda saklı olduğu ve bu anıları deşifre edebilen bir teknoloji fikri bana oldukça özgün geliyor. Bu temel üzerine kurulan açık dünya oyunları, aynı zamanda tarihi mekanlarda geçme ve aksi takdirde asla deneyimleyemeyeceğimiz çeşitli anları ekranlarımıza taşımak gibi bir avantaj taşıyor. Roma’nın altın çağında o sokaklarda dolanmak, Assassin’s Creed Brotherhood‘un dışında yaşayabileceğimiz bir deneyim değil, örneğin. Veya bir tapınağın tepesine çıkmışken önünüze baktığınızda Antik Dünya’nın 7 Harikası’ndan birini (Keops Piramidi); arkanızı döndüğünüzdeyse bu harikalardan bir diğerini (İskenderiye Feneri) görebileceğiniz başka bir oluşum yok. Bu sırada, yapımcıların kendi yorumlarını da katmasıyla oyuna aktarılan insanlık tarihinin önemli bireyleriyle tanışma fırsatı yakalamanız da cabası.
Assassin’s Creed Odyssey, bu yukarda anlattıklarımın hepsini oyuncuya sunuyor. Antik Yunan coğrafyasının buram buram Ege Bölgesi kokan detaylarında gezinip Atina’ya tepeden bakabildiğiniz, Herodot ile Ege sularında yelken açarken yanından geçtiğiniz adanın neden önemli olduğunu ayaküstü duyduğunuz, ve tabi mitlerdeki karakterlerin geride bıraktığı kalıntıları (Odysseus’un Sarayı? Minotaur’un labirenti? Hepsi burada!) gezebildiğiniz bir oyun. Ama Assassin’s Creed Odyssey, burada durmuyor, ve oyuncuya daha fazlasını da sunuyor. Uzun zamandır ikinci oyunun üstüne Assassin’s Creed oyunu koymayan bendenizi de, oyun sıralamamı değiştirmeye itiyor.

Her köşede bir collectible mı, yoksa görmeye değer bir detay mı?
Öncelikle şunu söylemeden edemeyeceğim: Odyssey yazmak dünyadaki en zahmetli işlerden biri. Hangi harfi ikileyeceğimi bilemiyor ve her seferinde klavyede hafif bir akıl tutulması yaşıyorum. Oh. Devam edebiliriz.
Assassin’s Creed Odyssey, Ubisoft’un uzun yıllar boyu çözmeye çalıştığı “nasıl ilgi çekici bir açık dünya yaratabiliriz” sorunsalının nihayet çözüme kavuştuğu oyun olmuş. Yapımcılar Legend of Zelda: Breath of the Wild ‘dan esinlendiklerini birkaç sefer verdikleri demeçlerde söylemişti; bunun meyveleri çok belirgin bir şekilde ortada. Daha önceki Ubisoft açık dünyalarında ağırlık verilen collectible’ları bu oyunda daha anlamlı bir şekilde buluyoruz: Örneğin önceki oyun Assassin’s Creed Origins‘te de bulunan ufak hazine avları artık bize gear’ımızı modifiye edebileceğimiz çeşitli upgrade’ler sağlıyor. Hala düşman kampları/kalelerinin etrafına serpiştirilen hazine sandıkları sinir bozucu bir collectible gibi görünse de, verdikleri ganimetlerle karakterinizi geliştirmenizi sağlıyorlar, ve bunun nezdinde bir Assassin’s Creed oyunundan çok, daha bir hack’n slash tadı veriyorlar. Bir sonraki açacağınız sandıktan “düşecek” bir gear, tam istediğiniz özelliklere sahip olabilir; bu nedenle bu collectible’ları bir yükten ziyade, karakterin gelişimine katkıda bulunan opsiyonel bir çaba olarak görmeye başlıyorsunuz.
Odyssey’in en iyi yaptığı şeylerden biri dünyasında size yön gösterirken olabildiğince organik davranması. Bir başka yenilik olan “Exploration Mode”, eğer bu şekilde oynamayı seçerseniz, quest’ler sırasında size mümkün olduğunca az yön tarif ediyor. Bu modda oynadığınız zaman, size görev veren kişiyle “En son nerede görüldüler?”, “Araştırmama nereden başlamalıyım?” gibi sorular sormanız elzem oluyor. Bu sorulara aldığınız cevaplar, tıpkı bir görev hedefi gibi ekranın sol üst köşesinde beliriyor, ve ardından siz haritanızı açarak, bu ipuçlarını göz önünde bulundurup nereye gitmeniz gerektiğini tahmin ediyorsunuz. Tabi ki bu tahminler çoğunlukla oldukça kolay, ve genellikle de yakın bölgelerde oluyor; ama yine de bu sayede oyun size karakterlerin size söylediklerine ve etrafınızdaki dünyaya daha çok dikkat etmeniz için bir başka sebep veriyor.
Oyunun saçmalık derecesinde büyük haritasında, hemen her köşede görmeye değer bir detay var. Bu detay, bir Breath of the Wild easter egg‘inden tutun, çok nadir bulunan bir crafting materyaline, veya sadece “oyhş” dedirten muazzam bir manzara olabiliyor. Ama ne olursa olsun oyun sizi biraz daha keşif yapmaya; “şu ilerideki taşın arkasında ne var onu da göreyim” kafasına teşvik ediyor. Görülmeye değer devasa haritasıyla Odyssey, arada sırada göz korkutucu olabiliyor. Bir önceki oyun Origins’in haritasının (alan: 80 km2) bile tamamını görememişken Odyssey’nin 130 km2‘lik haritasını düşününce, bir kısmını görememekten ve bu bölgedeki detayları, “oyhş manzaralarını” kaçırmaktan çekinmiyor değilim.

Büyüyünce Witcher olmak isteyen bir Assassin
Assassin’s Creed Odyssey ‘in serinin önceki oyunlarına göre en büyük farklarından biri de diyalog seçeneklerinin eklenmiş olması. Ubisoft bu yeniliğe o kadar güveniyor ki, Odyssey’i bir rol yapma oyunu (RPG) olarak addediyor. Bu konuda onlara pek katılmak mümkün değil. Evet, diyalog seçenekleri, eski oyunlara kıyasla Assassin’s Creed Odyssey ‘e bir derinlik veriyor; karakterleri daha çok tanıma fırsatı ve dolayısıyla onlara daha çok bağlanmak için ortam sağlıyor.
Oyunun başında size verilen karakter seçiminde gittiğiniz yöne göre bu izlenim ne kadar değişir emin değilim, zira hala tek bir karakterle oyuna devam ediyorum; ama Kassandra, bir Assassin’s Creed oyununda gördüğüm en “insan” karakter. Doğumundan ölümüne kadar (spoiler?) hikayesini takip ettiğimiz Ezio bile bu kadar kalbimde yer etmemişti, ama Kassandra keskin mizahı, doğal komikliği, ve nasıl yaptılar bilmiyorum ama, bir oyunda gördüğüm en gerçekçi, en duygu yüklü gözlerle tamamen kendinizi ilişkilendirebileceğiniz bir karakter. Ubisoft, oyununa yakıştırmaya çalıştığı RPG etiketi için karakter animasyonlarına da oldukça yoğunlaşmış; dediğim gibi, o gerçekçi gözler dolduğunda büyük bir duygu yoğunluğu yaşamış ve boğazımın düğümlenmiş olduğu doğrudur. Dijital bir insanla empati kurabilmek çok kolay görülen bir şey değil. Kısacası elimizde RPG yapmak için dersini iyi çalışmış bir yapımcı takım var.
Evet, sana bakıyorum BioWare. Sen ve Mass Effect Andromeda’daki o “yüzü yorgun” hilkat garibesi karakterlerine.
Peki bu oyun bir RPG mi? İşte bunu söylemek zor. Şimdiye kadar verdiğim kararlar hikayede ufak tefek değişikliklere sebep oldu; ve bazı kararlar “gri” denebilecek noktadaydı. Bazı anlarda kelimenin tam anlamıyla “doğru” kararı vermeniz imkansız. Yaşamalarına izin verdiğiniz, hasta olduğundan şüphelenilen bir aile, oyunun daha sonrasında başka bir adaya bu ölümcül hastalığı bulaştırmış ve buradaki insanları telef etmiş olabiliyor. Bu yönden oyunun hakkını verelim: Bir Assassin’s Creed oyunundan beklenmeyecek kadar ilginç kararlar, ve bu kararların bir o kadar da gri sonuçları var. Bu griliği oyuncuya yansıtabilmek için oyun, filozof Sokrates’ten de yararlanıyor. Evet, bu babacan, göbekli NPC, arada sırada ortaya çıkıp size doğru cevabı olmayan etik sorular yönlendiriyor, ve bir anlığına “ya biz ne oynuyorduk, AC oyunu değil miydi bu? Az önce adamın tekini Sparta Tekmesi’yle uçurumdan aşağı fırlatmamış mıydım?” diye düşündürüyor.

Oyuncuyu “zımparalamak”
Gelelim Assassin’s Creed Odyssey ‘nin yapımındaki en yanlış, kötü, en akıl almaz karara.
Kareyi gözünüzün önüne getirin.
Soğuk bir Quebec akşamı. Ubisoft binasının toplantı odalarından birinin ışıkları uzun süredir yanıyor. Camlar, içeride harıl harıl çalışan ısıtmanın etkisiyle buğulu. Odada onlarca insan var. Planlama aşamasında olan Assassin’s Creed Odyssey ‘nin oyun dizaynı hakkında konuşuyorlar. Birisi ortaya RPG fikrini atmış bile, ve herkes bu fikre bayılmış. Hemen üstüne atlamışlar. Beyin fırtınası devam ediyor; hem de ne! Biri diyor ki “Diyalog seçimleri getirelim!”, diğeri diyor ki “Exploration Mode getirelim, daha keyifli bir oyun dünyası yaratalım!”. Her şey harika ilerlerken masanın uç köşesinden, Ubisoft’un “büyüklerinden” olduğunu tahmin ettiğim bir adam konuşuyor: “Her şeye o kadar az tecrübe puanı verelim ki oyuncular bol bol ana hikayeden ayrılıp yan görev yapmak zorunda kalsınlar”.
Masada kısa süreli bir sessizlik oluyor. Ne de olsa bu adama karşı çıkmak o kadar kolay değil; nihayetinde para onun parası, oyun da onun oyunu. Ama kimsenin içine sinmeyen bu fikir, “Hiç fena fikir değil! Hem böylece oyuncular eklediğimiz diğer ilginç yan görevleri ve dünyanın geri kalanını da görürler!” gibi uyduruk bahanelerle kabul ediliyor.
Yüzünde hin bir sırıtışla, fikrin sahibi adam ekliyor: “Bir de microtransaction olarak xp boost koyarız, oradan da parayı kırarız.”
Evet, Assassin’s Creed Odyssey ‘in en büyük hatası oyunun çok “grind” (Türkçeye zımparalamak olarak çevirirsek, sanırım oldukça uygun olacak.) içermesi. Benim gibi doğru düzgün ana hikayeye dokunmadan sağda solda her gördüğü yan göreve koşan, bütün düşman kamplarını temizlemeye çalışan bir oyuncunun, hikayenin herhangi bir noktasında ana görevlere devam edemeyecek kadar az level’ının olması kabul edilebilir değil. Daha önce böyle bir şeyin başıma geldiği hiçbir oyun olmadığı; aksine bu yukarda anlattığım yaklaşımım nedeniyle ana görevleri level fazlası olan karakterlerimle yaptığımı söylemeden edemeyeceğim. Bu denli keyifli, dolu dolu bir oyun yaratıp sonra tecrübe puanlarını grind gerektirecek kadar kısmak gerçekten sadece Ubisoft’taki paragöz bir “büyüğün” başının altından çıkmıştır diye tahmin ediyorum.
Her nereden çıkmış olursa olsun, bu Odyssey için bir gerçek. Bu oyun, oyuncuyu “zımparalıyor”. Her ne kadar yaptığım yan görevler oldukça eğlenceli olsa da bunların, adı üstünde, yan görev olması, hiçbir oyuncunun bunları yapmaya zorunlu bırakılmaması gerektiğini söylemeye gerek var mı, emin değilim. Bunun en acayip örneğini yakın zamanda bir ana görevi bitirdikten sonra yaşadım. Aşağıda “eğer level’ınız düşük kaldıysa, diğer Ege adalarını ziyaret edebilirsiniz. Onlarda da çok değişik karakterler ve hikayeler var!” yazısı belirip adeta oyun içinde kendi reklamını yaptığında gülmekten kendimi alamadım. Evet Ubisoft, o diğer adalarda da ilginç hikayelerin olduğuna, ağzı açık bırakan manzaralar görebileceğime hiç şüphem yok. Ama bunun için senin teşviğine ihtiyacım da yok. Eğer ana hikayede ilerlemek istiyorsam, bunu yapabilecek kadar tecrübe puanımın şimdiye kadar çoktan birikmiş olması gerekiyordu.

Ege adalarında unutulmayacak bir tatil
Tecrübe puanları konusundaki cimriliğiyle biraz can sıksa da bu Assassin’s Creed Odyssey için “oynadığım en iyi AC oyunu” diyebildiğim gerçeğini değiştirmiyor. Gerçek anlamda ilgi çekici ve görülmeye değer bu devasa haritada geçirdiğim her anın tadını çıkarıyor, güzel olduğunu düşündüğüm her enstantaneyi bir ekran görüntüsü haline dönüştürüyorum. Daha uzun bir zaman boyu Assassin’s Creed Odyssey oynayabilirim.
Sadece bu oyunun sunduğu her şeyi görebilmek için yeterince “uzun zamanım” var mı, ondan emin değilim.