EA, uzun zamandır çıkardığı oyunlarla (şöyle de okunur: hayal kırıklığı) bizi gittikçe daha da kendisinden uzağa itiyor, ona olan bir avuçtan daha az kalmış güvenimizi yok etmeye ant içmiş görünüyordu. Star Wars Jedi: Fallen Order, geçtiğimiz yıl en çok beklediğim oyunlar arasında olmasına rağmen, sırf bu EA güvensizliği yüzünden aynı zamanda hakkında en çok korktuğum oyunlardan da biriydi. Star Wars oyunlarının, Jedi Knight serisi döneminin şaşasına geri döndüğü günleri görebilecek miydik? Yoksa Respawn Entertainment, önümüze koyduğu bambaşka Star Wars oyunuyla kalpleri fethetmeyi başaracak mıydı? Spoiler: Evet.
Battlefront oyunlarının son dönemde Star Wars hayranları arasında yarattığı hayal kırıklığını herhalde duymayan kalmamıştır. Single player campaign’inin neredeyse yokla bir oluşu (ki ilk oyunda direk yok), birçok önemli karakterin “ya 500 saatini bu karakter olmadan oyna, ya da 50 euro’nu alırım” tadında kapıların arkasına hapsedilmesi (ki bunu alınan tepkiden sonra geri adım atarak değiştirdiler), ve tabi ki oyun için geliştirilmiş şeylerin (çoğunlukla görseller, karakterlerin outfit’leri vb.) neredeyse yarısının “loot box”ların gölgesinde yok olup gitmesi gibi birçok akıl dışı yönetim kararıyla, Battlefront serisine ve dolaylı olarak da Star Wars oyunlarına olan heyecan/güven yerin dibine girmişti.
İşte böyle bir zamanda duyuruldu Star Wars Jedi: Fallen Order. Multiplayer’ı olmayacaktı; tamamen single player bir hikayeden oluşacaktı. Hikaye odağı, ilginç karakterler, ve belki de Star Wars zaman çizelgesinin en ilginç aralıklarından birinde geçecek olan bu oyun, ilk birkaç oynanış videosuyla umut verdi. Respawn Entertainment’ın, EA bünyesinde olmasına inat yaptığı iyi işleri (Titanfall!) de hesaba katınca, Fallen Order için heyecanlı olmamak mümkün değildi.
Ama bir yandan da “EA bu, her şey beklenir” demeden edemiyordum. Fallen Order hakkında ne zaman heyecanlanır gibi olsam, beynimde bir ses “Bu hype’ı daha önce de yaşadın, Doğukan” diye fısıldıyor, içime kurt üstüne kurt düşürüyordu. Evet, bu oyunu kesinlikle ön sipariş etmeyecektim….etmeyecektim…en azından hakkında bazı yorumlar ve birkaç inceleme okuyana kadar…
Peki Star Wars Jedi: Fallen Order, beklentilerimi karşıladı mı? Yıllardır biz Star Wars hayranlarını hüsrandan hüsrana sürükleyen EA, kedi olalı en sonunda bir fare yakalayabilecek miydi?
Jedi mı “düşmüş”, yoksa Order’ın kendisi mi?
Star Wars Jedi: Fallen Order, İmparator Palpatine’in bütün Jedi’ları öldürme emri olan Order 66’i vermesinin akabinde bir şekilde sağ kalmayı başarmış olan bir Padawan’ın hikayesi. Cal Kestis, Order 66’in travmasıyla yaşamak zorunda olan, kendini İmparatorluk’tan gizlemek için elinden gelen her şeyi yapan ve İmparatorluğa karşı bir başkaldırı düşüncesinden bile uzak olan genç bir insan (Star Wars evreninde olunca, ırkı söylemezsek eksik bilgi vermiş oluruz!). Oldukça ilginç bir karakter, ve belki de Disney’in Star Wars haklarını satın aldıktan sonra “canon” kabul edilen bütün Star Wars materyallerinde karşımıza çıkan en derin karakterlerden biri.

Respawn’a ilk şapkayı burada çıkarmak isterim. Hikaye odağıyla pazarladıkları bu Star Wars oyunu, her ne kadar “yeni bir şeyler” denemese de, oldukça keyifli, eğlendirici ve hatta bazı anlarda da duygulandıran bir hikayeye sahip. Hikaye işlenişi, Rise of Skywalker -öhöehöm öhö- felaketinin aksine, çok daha ayakları yere basar şekilde, ve çok çok daha yavaş. Sindire sindire izliyoruz olan biteni. Karakterlerin duyguları, gelişimleri her zaman ön planda. Klasik Star Wars tarzında “A kişisinin gizlediği X eşyasını bul ve evreni kurtar” olarak özetlenebilecek bir amacımız olmasına rağmen, bu amacı gerçekleştirme yolunda attığımız her adımda Cal ve yol arkadaşları Cere ve Greez’in (ve spoiler olmaması için adını vermeyeceğim bazı diğer karakterlerin) gelişimini ve yaşadıklarını ilgiyle izledim. Müthiş, hayat değiştiren bir senaryo umuduyla asla girmediğim Star Wars Jedi: Fallen Order, bana oldukça mutlu eden bir hikaye dinletti/izletti/oynattı.
Bir paragraf da Cal’ın dostu BD-1’a açmak lazım. Bu küçük droid, size her yerde yardım ediyor ve bir şey yapmadığı zamanlarda da Cal’ın omzunun üstünde dolanıyor. Gerek hareketleri, gerekse de karakterinin bir droid olmasına rağmen derinliği ile BD-1, Fallen Order’ı güzel yapan onlarca şeyden bir diğeri. Cal ve BD çok keyifli bir ikili; hatta o denli ki, BD’nin bir süreliğine sizden ayrı olduğu kısa bölüm boyu Cal’ın, BD’siz ne kadar….beceriksiz bir karakter olduğunu, ne kadar eksik olduğunu hissediyorsunuz. Böyle bir hissi oyuncuya yaşatmak hiç kolay değil, ve sanıyorum ki başarılı bir senaryo yazımı gerektiriyor. İkinci şapka çıkıversin.
Bakma Jedi olduğuma, Samus’um ben!
Peki ya oynanış? İşte Star Wars Jedi: Fallen Order’ın beni en çok şaşırtan, ve belki de en çok mutlu eden yanı da bu. Çünkü Fallen Order, başka bir Star Wars oyunuyla uzaktan yakından alakası olmayan bir oynanışa sahip. Bu oyunun “gameplay loop”‘unu, biraz Metroid, biraz Dark Souls, bir tutam Tomb Raider ve bol bol da Sekiro olarak niteleyebiliriz. Dark Souls tadında “open olmayan open world” bölümler, etrafa serpiştirilmiş meditasyon noktaları (ki Dark Souls jargonunda bonfire’lara tekabül ediyorlar) ile kurulmuş. Bu noktalarda, alt ettiğimiz düşmanlardan kazandığımız “Force puanları” yardımıyla Cal’ın yeteneklerini güçlendirebiliyoruz. Aynı zamanda checkpoint’ler olarak da iş gören meditasyon noktaları, ne yazık ki Souls oyunlarının aksine birbirleri arasında teleport olmanıza izin vermiyor; dolayısıyla bir yere gitmek istiyorsanız her zaman “yayansınız”. Bu noktada da dünyanın belli yerlerini birbirine bağlayan kısayollar devreye giriyor ve sizi 10 dakikalık yolculuklardan 3 dakikalık olanlara terfi ettiriyor.
Yine Souls oyunlarında olduğu gibi Star Wars Jedi: Fallen Order’da öldüğünüz takdirde Force point’leri için edindiğiniz tecrübe puanlarını yitiriyorsunuz. Daha doğrusu o puanlar, sizi öldüren düşmana aktarılmış oluyor, ve o puanları geri almak için bu düşmana ulaşarak ona en az bir kez vurmanız gerekiyor. Ve evet, öldüğünüzde yolunuzdaki bütün düşmanlar yeniden doğuyorlar. “Daha büyükçe olanlar” dışında.
Bu büyük düşmanların birçoğu opsiyonel; hatta eğer benim gibi bir hasta değilseniz ve bölümlerin her köşesini keşfetme gibi bir derdiniz yoksa, birçoklarıyla karşılaşmadan oyunu bitirebilirsiniz! Bu düşmanlar genellikle Cal’ı upgrade etmemize yarayan bazı özel objeleri, veya Cal’ın görünüşünü değiştirmemizi sağlayan…zımbırtıları… koruyor oluyorlar. Yani öyle çok lazım değiller. Ama Dark Souls “gazilerinin” bulup kendilerine acı çektirmesi için oradalar. İyi ki de oradalar!

Oyun boyunca Cal yeni özellikler ediniyor; daha doğrusu Jedi antrenmanlarını anımsayarak”unuttuğu” (SW evreninde bu mümkün mü emin değilim, ama hadi neyse) Force güçlerini geri kazanıyor. Bu güçlerin her biri, daha önce bölümlerde ulaşamadığınız bazı bölgeleri açıyor ve size, geride bıraktığınız bölümlere tekrar dönmek için bir inisiyatif oluyorlar. Ulaşamadığınız ganimetleri almak ve yeni güçleriniz yardımıyla daha önce çok zorlandığınız bir düşman grubunu rahatlıkla harcamak oldukça keyifli. Tabi ki bu oynanış fikri de orijinal değil; Nintendo’nun Metroid serisi tamamen bu fikir üzerine kurulmuş bir platformer. Bu nedenle Fallen Order’a Metroidvania demek de çok yanlış değil.
Hatta Tomb Raider da diyebiliyoruz bu oyuna, ama bu konuda konuşmak biraz spoiler bölgesine adım atmak demek, o yüzden çenemi kapayacağım. Sadece şunu söylemekle yetineyim: Bazı bölümlerde karşınıza çıkan puzzle’lar gerçekten iyi düşünülmüş ve bölüm dizaynının en tepe noktalarından birkaçı olmuş. Respawn’a bir şapka daha çıkarıyor; ve çıkaracak yeni şapkalar bulmak için gardrobumun yolunu tutuyorum.
Gölgeler iki kere ölür, Jedi’lar ise asla
Onlar Force Ghost oluyor genelde…
Gelelim Star Wars Jedi: Fallen Order’ın savaş mekaniklerine. Yukarda, bu oyunu benzettiğim bir diğer oyun da Sekiro idi; bunun sebebi çok açık: Fallen Order’da birçok düşmanınızı yenmenin kolay yolu, onların müdahalelerini sektirmek, yani “parry” etmek. Böylece düşmanlarınızın dengesini bozuyor ve onlara ağır vuruşlar yapabiliyorsunuz. Parry mekaniği Sekiro’nun bağrından kopup geliyor: Düşmanın atağı tam size ulaştığı anda blok tuşuna basmanız gerekiyor. Ayrıca Fallen Order, bu mekaniğin zorluğunu da değiştirme fırsatını oyuncuya veriyor; zira oyunun zorluk seviyeleri var. En basit zorluk seviyesinde parry zamanlaması oldukça geniş bir aralıkken, en zor seviyede saniyelik tepkiler vermeniz gerek.
Evet, bu oyunun zorluk seviyesi, düşmanlarınızın gücünü veya canını arttıran yapay bir zorluk seviyesi değil; bunun yerine oyun mekaniklerinin sıkılığı ile alakalı, ve Fallen Order’ın Souls oyunlarına bu orijinal yaklaşımına saygı duymamam elde değil gerçekten.
Son olarak, özellikle hikayenin sonlarına doğru, artık biriktirmiş olduğunuz özelliklerle rakiplerinizin, tabiri caizse, içinden geçmeye başlıyorsunuz. Ama bunu bir Jedi olarak yapmak o kadar eğlenceli ki: Force ile yakaladığınız bir stormtrooper’ı bir grup diğerine fırlatırken ışın kılıcınızla size gelen bir atağı parry’liyor ve ölümcül darbeyi vuruyorsunuz; bu sırada üzerinize diğer taraftan gelen bir grup düşmanı Force ile uçurumdan aşağı itiyorsunuz ve uzağınızda kalan son stormtrooper’ı da size gönderdiği lazeri ona doğrudan sektirerek avlayabiliyorsunuz.

Ne? EA güzel oyun mu yapmış?!
Vallahi yapmış sevgili okur. Bütün korkularımı, telaşlarımı bir bir yutmama sebep oldu Star Wars Jedi: Fallen Order. EA, bu kez ona verdiğim şansı tepmedi ve bana keyifli bir single player tecrübesi yaşatmayı başardı. Hikayesinden oynanışının akıcılığı ve eğlencesine kadar, neredeyse hiçbir noktasından şikayet etmediğim bir oyun olmuş Fallen Order. Kelimenin tam anlamıyla SON sahnesinde hikaye biraz aklını yitirse de, böyle Star Wars oyunları görmeyi o kadar özlemişim ki, o sahneyi yok sayıyor ve son bir şapka daha çıkarıyorum. 2019’da Star Wars’un en büyük yapımı olan Episode IX’dan almadığım keyfi bana verdiği için de, Fallen Order’ın bütün yapımcılarına teşekkür ediyorum.
Not: Of ya o kadar dolmuşum ki Rise of Skywalker’a, şu güzelim oyundan bahsederken bile gömmeden duramadım. Bir makale de buna yazmak lazım…