SaniyedeKare olarak indie oyunların gönlümüzde ayrı bir yeri olduğu kesinlikle doğru. Eastward da bu yılın önemli indie oyunlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Bakalım kendisi (belki de biraz fazlasıyla yüksek olan) beklentilerimizi karşılayabilecek mi?
Undertale’lerden, Celeste’lerden, Slay the Spire’lardan az bahsetmedik bu sitede. Indie oyunları seviyoruz, evet. Küçük ama tutkulu grupların, bazen uzun yıllar boyu döktükleri terler sonucunda ortaya çıkardıkları el emeği göz nuru bu eserler, kalbimizde kesinlikle EA veya Ubisoft oyunlarından ayrı bir yere sahipler.
İster istemez, birbirine benzer oyunları “acaba bir A oyunu kadar güzel mi?” veya “Bir Dark Souls kadar zor mu?” diye karşılaştırıyor insan. İşte Eastward’ı da, hakkında yazılan bazı incelemeleri okuduktan sonra biraz “yeni bir Undertale mi?” umutlarıyla satın aldım. Bu durum nezdinde şimdiden söylemem gerek ki işbu yazı, sadece bir Eastward incelemesi değil, aynı zamanda neden bu gibi karşılaştırmaları hiç yapmamanız gerektiğiniz üzerine bir karalama da olacak.
Çünkü evet; Eastward belki bir Undertale değil. Ancak Eastward kendi ayakları üzerinde durmayı bilen, renkli karakterleri, oynanışı ve ilginç hikayesiyle hala zamanınıza değer bir indie oyun!
Oynanış nedir, nasıl uzatılır?
Eastward, Starbound ve Stardew Valley gibi oyunlarla ismini iyiden iyiye dünyaya duyurmuş olan Chucklefish’in dağıtıcılığını yaptığı, Pixpil isimli ufak bir grubun eseri. Bir “kazıcı” olan John ve kazıları sırasında bir gün keşfederek “evlatlık edindiği” Sam’in ilginç hikayesini takip ettiğimiz bir 2 boyutlu puzzle/adventure oyunu. Tıpkı ilham aldığı oyunlar EarthBound (Mother) ve Undertale gibi kuşbakışı bir açıdan karakterlerinizi yönetiyor ve onlarla bölümde A noktasından B noktasına gitmek için birtakım puzzle çözüyor ve çeşitli yaratıklarla mücadele ediyorsunuz.
Hem Sam’i hem de John’u ayrı ayrı kontrol edebildiğiniz oyunda, her iki karakterin de kendine has yeteneklerine ihtiyacınız var. Özellikle bazı puzzle’lar normalde yan yana yürüyen karakterlerinizi birbirinden ayrılmak zorunda bırakıyor, ve belki de benim Eastward oyun sürem boyunca en çok keyif aldığım bölümleri oluşturuyor. Sam’in sahip olduğu bazı doğaüstü güçler (ki bunlar da hikaye de sonradan sonraya anlam buluyor) karşılaştığınız canavarları dondurabiliyor veya canınızı yavaşça doldurabiliyor, fakat John’un silahları olmadan bu canavarlardan tamamen kurtulmanız imkansız. Burada söylemeden edemeyeceğim bir başka detay da, takımın “kaba gücü” olan John’un kendine has silahi bir…tava. Evet.
Bu puzzle/dövüş alanları dışında oyunun büyük bir kısmını da, diğer NPC’lerle etkileşime girdiğiniz ve hikayenin dallanıp budaklandığı “hub” bölgeleri oluşturuyor. Bu bölgeler de, tıpkı oyundaki karakterler gibi rengarenk ve özenle tasarlanmış, insanı meraklandıran ve hakkında bir şeyler öğrenmeye, haritanın her köşesini biraz daha araştırmaya iten alanlar.
Ama ne yazık ki, bu hikaye anlatımının adımlaması konusunda Eastward biraz sorun yaşamış. Bazı aralıklarda, hiç de azımsanamayacak büyüklükte olan bu hub bölgelerinin bir ucundan diğer ucuna defalarca gitmeniz gerekebiliyor. Konuşmanız gereken iki NPC, birbirinden olabilecek en uzak mesafeye koyulmuş olabiliyor. Ya da aynı bölümü, çok ufak değişikliklerle tekrar oynamanız gerekebiliyor (bu kısım aslında hikayenin bir parçası, ancak spoiler vermemek amacıyla fazla detaya girmiyorum). Bu gibi kesitlerle oyun boyunca defalarca karşılaşıyorsunuz, dolayısıyla da ister istemez kafanızda ufak bir “acaba yapımcılar oynanış süresini uzatmaya mı çalışıyordu?” şüphesi oluşuyor. İşin kötü yanı Eastward, bu uzatmalardan hiçbir şey kazanmıyor; aksine, oyuncusunu yoruyor ve anlatmaya çalıştığı (ve aslında gerçekten çok keyifli ve gizemli olan) hikayeyi seyreltiyor.
Neyse ki bu uzun bölgeleri itekleye itekleye, sıkılarak oynadıktan sonra Eastward size ödül olarak bir başka keyifli puzzle/adventure bölümü sunuyor ve oyuncuyu tekrar kendine bağlıyor.
Nasılsın Toriel, uzun zamandır görüşmüyorduk?
Eastward’ın kesinlikle çok iyi yaptığı işlerden biri karakterleri. Hem görsel olarak, hem de söyledikleriyle karakterler birbirinden daha ilk konuşmanızdan ayrılıyor; üstelik birçok karakterin “gösterim süresi” oldukça az olmasına rağmen! Birlikte çok kısa zaman geçirdiğiniz karakterlere bile bir şekilde bağlanabiliyorsunuz, çünkü her birinin içinden özgünlük fışkırıyor. Karakterler konusunda, yazının başındaki karşılaştırmamı yapmam gerekirse, bu oyunun Undertale ile neredeyse başa baş gittiğini ve beni asla hayal kırıklığına uğratmadığını söylemeliyim. Undertale’in benim için ne kadar ayrı bir yeri olduğunu bilen okurlar bunun ne kadar büyük bir övgü olduğunun farkına varmış olacaktır!
Ama yine sadece bu Undertale karşılaştırması kafamda döndüğü için, oyunu daha da oynadıkça, Eastward’daki bazı karakterleri Undertale’deki diğerlerine benzetmeye çalıştığımı fark ettim. Ve tabi ki bunu yaparken aslında iki oyunun da karakterlerine ve hikayesine haksızlık ediyordum.
Bir ‘Waterfall’ var mı? Peki ya bir ‘Heartache’?
Yine SaniyedeKare yazılarında bol bol bahsettiğimiz bir noktaya geldik: Oyun müzikleri. Adeta bir Türk yemeğinin vazgeçilmezi olan salça/soğan/sarımsak üçlemesi gibi müzikler de bir oyunu bir araya getiren, parçalarını birbirine bağlayan bir sos. Yukardaki başlıkta Undertale’in akıllara zarar soundtrack’inden çok sevdiğim iki şarkının isimlerini de bu yüzden zikrettim: Eastward oynarken bol bol müziklere dikkat ediyordum, ama bunu açık bir zihinle değil de, Undertale ile karşılaştırmak amacıyla yapıyordum.
Bu da beni Eastward’ın soundtrack’ini beğenmemeye itti.
İşin kötü yanı, bu oyunun soundtrack’i kötü değil. Hatta bazı müzikler, oyunun ve karakterlerin imzası haline getirilmiş. Fakat Undertale’in neredeyse hikayenin başından sonuna kadar sürekli varyasyonlarını dinlediğimiz, leitmotif’lerden geçilmeyen, akıllıca karakterlerin tema müzikleri içine yedirilmiş bu leitmotif’lerle dikkatli kulaklara ufak spoiler’lar çalan müzikleriyle karşılaştırılınca; Eastward’ın birbirini tekrar eden ana müzikleri, biraz kuru kalıyordu. Kendi başına değerlendirmiş olsam hoşuma gidecek bir soundtrack’i, sırf başka bir oyunla saçmasapan bir kıyaslamaya maruz tuttuğum için beğenmemiştim.
Sonuç: “Bir Eastward değil”
Video oyunları artık çok büyük bir sektör. En devasasından en küçük şirketine, ve hatta bireysel olarak insanlara kadar herkes oyun tasarlıyor ve değişik hikayelerle, oynanışlarla ve müziklerle ekranlarımızda ağırlanıyor. Bu kadar geniş yelpazede bir seçim yapabiliyorken, ister istemez bu oyunları birbirine benzetme gereği duyuyoruz. Sevdiğimiz Youtuber’lardan videogamedunkey’nin şu videosunda değindiği üzere, artık öyle bir noktaya geldik ki, her oynadığımız oyunu “hee aynı şunun gibi yapmışlar / bundan esinlenmişler.” diye değerlendirir olduk.
Ben de Eastward’ı oynarken tam olarak bu hatayı yaptım; üstelik de kendisini en sevdiğim indie oyunlardan biriyle karşılaştırma gafletine düştüm. Sonuç belliydi: Eastward, bir Undertale değildi, ve ben kendi kendimi, sırf kendi kendime yaptığım anlamsız bir karşılaştırma yüzünden hayal kırıklığına uğratmıştım. Oysaki Eastward’ı olduğu gibi kabullenseydim, belki de kendisine vereceğim not şimdikinden daha yüksek olacaktı.
Eastward, kötü bir oyun kesinlikle değil. Hatta biraz oyun kuraklığında geçirdiğim şu birkaç ayda bana ilaç gibi gelmiş, hikayesini ilgiyle takip ettiğim ve karakterlerine bir o kadar sevgiyle bağlandığım bir oyun. Kendini tekrar eden ve oradan oraya gitmenizi zorlayan hub bölgelerindeki sıkıcı anlar dışında, bu oyuna dair söyleyebileceğim kötü bir şey neredeyse hiç yok.
Ama işte buradayız, sevgili okur.
Lütfen siz siz olun, benim yaptığım hatayı yapmayın. Eastward’ı, olduğu gibi kabullenin ve oynayın. Benden çok daha fazla zevk alacağınıza garanti veririm.
Gün gelip de, aynı hatayı yaparak, başka bir oyunu “Bir Eastward değil.” diye -haksız yere- suçlayacağımızda tekrar görüşmek üzere.